BU EGO 1942'YE GİTSEYDİ?
- bekir sıtkı batur

- 15 Nis
- 2 dakikada okunur

Son zamanlarda televizyonlarda sıkça Trump, Elon Musk ve Oval Ofis gibi isimlerle karşılaşıyoruz. Bu modern figürler, bizi Amerika’yı ve dünyayı yeniden sorgulamaya yöneltiyor. Bazen günümüzün karmaşık gündeminden uzaklaşmak için kitaplara sığınsak da, okuduğumuz satırlar bizi yine bugüne ve geleceğe götürüyor.
Nassim Nicholas Taleb’in "Anti Kırılganlık" kitabını okurken aklıma günümüzün öne çıkan karakterlerini ve durumlarını geçmişin kritik anlarında hayal etmek geldi. Tarihin dönüm noktalarına bugünün önemli figürlerini koyduğumuzda neler olacağını düşündüm. Örneğin, Elon Musk gibi bir karakterin 1942 yılında, dünya savaşının ortasında stratejik tavsiyeler verdiğini hayal ettim.
Böyle bir senaryoda Elon, Roosevelt'e sakin ama kararlı bir sesle, "Sayın Başkan, savaşları artık ordular değil, sistem mimarileri kazanır," derdi muhtemelen. "Nazi Almanyası'nın stratejisi karmaşık ve etkili görünse de aslında çok kırılgan. Japonya ise yenilgiden beslenecek kadar anti-kırılgan bir kültüre sahip. Her kayıptan sonra daha güçlü dönüyorlar."
Başkan Roosevelt şaşkınlıkla bakarken, bu sözlerin anlamını kavrıyordum. Çünkü o odada yalnızca Elon Musk değil, tüm modernliğin, optimizasyon saplantısının ve veriye tapınmanın cisimleşmiş hali vardı.
Düşünmeye başladım. Belki de bugünün dünyası da aynı hataları yapıyor, ülkeleri ve toplumları yanlış eşleştiriyor:
Amerika, inovasyonu insanlarla değil, sayılarla, verilerle eşleştiriyor. Bu yüzden görünüşte güçlü fakat özünde kırılgan.
Asya, sessizliği sabırla harmanlıyor, acele etmiyor, gürültüsüz ama derinden güç biriktiriyor.
Ortadoğu ise hep geçmişiyle eşleşiyor, bugününü tarihî travmalarına zincirliyor. Bu durum onu kırılgan değil, donuk ve hareketsiz kılıyor.
Bize hayat boyunca hep uyumlu olanın değerli olduğu öğretildi. CV'lerimiz, diplomalarımız, kredi skorlarımız… Uygun eşleşmeler, ideal uyumlar... Oysa gerçek dünya uyumsuzluk ve rastlantı üzerine kuruludur. En değerli gelişimler, en beklenmedik çatışmalardan çıkar. Taleb'in dediği gibi, "gerçek büyüme, algoritmanın reddettiği uyumsuzlukta gizlidir."
Bugün Elon 2.0 yapay zekâsı, ülkeleri ekonomik üretkenlik, istikrar veya yaşlılık gibi kalıplarla eşleştiriyor. Bizi kendi yankı odalarımıza hapsediyor. Ama gözlerimi kapattığımda görüyorum ki, aslında kırılgan olmayanlar eşleşemeyenlerdir.
Gözlerimi tekrar açtım, elimde hâlâ aynı kitap vardı. Ancak zihin köprüleri çoktan kurmuştu bile. Şimdiki dünyamızın her şeyi eşleştirme saplantısına teslim olduğunu fark ettim:
Yapay zekâlar, kişisel ilgilerimizi bizimle eşleştiriyor. Küresel finans sistemleri, ülkeleri "yatırıma uygun" ya da "istikrarsız" olarak tanımlıyor. Sosyal medya algoritmaları ise sadece bizim gibi düşünenleri karşımıza çıkarıyor. Ama kimse sormuyor: Bu eşleşmeler bize ne katıyor?
Taleb'in sesi kulağımda yankılanıyor: "Yalnızca uyumlu olanı seçersen büyüyemezsin. En sağlam sistemler, kaosla temas edip çökmeyenlerdir."
Asya, yüzlerce yıldır eşleşme oyununu reddediyor. Ne Batı'yı tamamen reddediyor, ne de tamamen kabul ediyor. Böylece "yavaş ama kalıcı" bir güç yaratıyor.
Amerika ise eşleşme bağımlılığının bedelini sürekli krizlerle ödüyor. 2008 finans krizi, 2020 pandemi krizi, 2024 toplumsal bilinç krizi... Her yeni kriz, bir önceki eşleşmenin yarattığı kırılganlığı ortaya çıkarıyor.
Ortadoğu ise tarihle eşleşip modern dünyadan koparak donuklaşıyor. Bu donukluk, onu kırılganlıktan koruyor belki, ama aynı zamanda büyümesine de engel oluyor.
Sonuçta, gelecek veriye sahip olanların değil, veriye anlam katabilenlerin olacak. Ve esas soru şu olacak:
"Eşleşmelerin dışında yaşayabilecek kadar cesur musun?"
Son kez gözlerimi kapattım. Oval Ofis bu kez sessiz ve boştu. Savaş çoktan bitmişti, Elon 2.0 köşede güncelleme alıyordu. Masanın üzerinde Aristo'nun bir notu vardı:
"Veri sana ne olduğunu söyler, kim olduğunu ise ancak kırıldığında öğrenirsin."






Yorumlar